Bu soğuk havalarda karda kışta, kiminin ayağında bir botu, kiminin de üstüne giyecek bir montu yoktu! Hava buz gibiydi o akşam, yağmur da yağıyordu ince ince saçları ıslanmış, yanakları ve burun uçları kıpkırmızı olmuştu o soğuktan, sokak çocuklarından bahsediyorum.
Belki de marka ayakkabılar alıp şımarttığımız çocuklarımız bile onların yaşadığı, o anki mutluluğu yaşayamıyorlardı, yaşadıkları tüm imkânsızlıklara, olumsuzluklara rağmen, yüzlerindeki tebessüm hiç eksilmemişti... Halen gülmeyi başarabiliyorlardı!
Neşe içinde bir o yana, bir bu yana koşup oynuyorlardı, şen şakrak, cıvıl cıvıl halleriyle onları görünce hayran olmamak mümkün değildi.
Hayatlarında yaşadıkları onca olumsuzluğa rağmen, olumlu düşler kurabiliyorlardı...
Güzel arkadaşlıklar edinmişlerdi, bir lokma ekmek parası içindi tüm çabaları, yanında yiyecek katıkları yoktu ama o buldukları bir parça ekmeği bölüşmeye yetecek kadar kocaman yürekleri vardı! Paylaşmayı, ayakta durmayı öğrenmişlerdi.
Yaz kış demeden sokaklarda geçen hayatları vardı onların, düşünsenize onlar da bu şekilde doğmayı, bu şekilde yaşamayı ya da bu şekilde yaşam süren ailelerin çocukları olmayı eminim hiç istemezlerdi. Ama kaderde o şekilde bir hayat yaşamak nasip edildiği için onlarda bu hayatın tadını çıkarabilen çocuklardı... Sonuçta hiç birimiz ailemizi ve yaşam şartlarımızı kendimiz belirleyemiyoruz. Bize yazılan kaderi yaşıyoruz acısıyla, tatlısıyla…
En çok onların hakkıydı, tertemiz önlükleri içerisinde, pırıl pırıl saçlarını iki yana ören annesi olsun, sıcacık botlar giyip, montlarına sarılıp, akşam eve gidince onlara şımartan bir ailelerinin olsun.
Ara ara haylazlıklar yapıp, pamuk şekeri istiyorum diye ayağını yere vurarak, sevildiğinin farkında olup, şımartılmayı hak etmiyor muydu onlarda?
Her istediğinin yapılmasını, evin başköşesinde bir yerinin olmasını, eve geç geldinğinde onun için telaşlanan ‘yavrum nerede kaldın, seni merak ettim’’ diyen bir ailesinin olmasını hangi çocuk istemezdi ki? Bütün çocuklar geleceğimizin parlayan yıldızları değimliydi?
Çoğu zaman önüne bir tas çorbayı bile bulamıyordu onlar. Kim bilir başlarını yastık bulup koyabildikleri yerlerde ne güzel hülyalara dalıp o kısacık anı yaşarken rüya bile olsa yüzlerinde ki tebessüm onlara birer teselliydi belli ki!
Anneli, babalı, kardeşli, bacılı olsalar bile sokak çocuklarıydı onların adı. Masumdu bakışları, kirlenmemişti hayalleri, saf ve temizdi duyguları…
Onlar ellerine geçen küçücük bir çöp parçası ile oynamayı bilen çocuklardı. Çünkü şımartılmamıştı yediği önünde yemediği arkasında değildi, çalışmak, kendi ayakları üzerinde durmak, evine bir parça olsa da ekmek götürmek, kardeşlerini koruyup kollamak ya da kendi karnını doyurmak zorundaydı onlar!
Ben deyim beş, siz deyin yedi, çok kardeşlerdi onlar, sayısını, hatta isimlerini dahi unutmuştu anne babaları, sıradandı aileleri için onlar bu çocuklar bizim çocuklarımızdı, kimisi doktor, kimisi hâkim, kimisi avukat ve kimisi de belki mühendis olacaklar imkân verilseydi.
Yaşanan tüm bu zor şartlara rağmen yine de sağlıklarında herhangi bir problem yoktu. Rüzgâr esse hastalanan çocuklar değildi onlar. İlahi güç tarafından yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen koruma altındalardı onlar!
Bazen bir kibrit çöpü, bazen sokaktaki bir taş, bazen evde buldukları tencere kapağı, bazen kırık dökük birer oyuncaktı oynadıkları...
Gecemizi gündüzümüze katarak, bir dediklerini iki etmeyerek büyüttüğümüz çocuklarımızın kalbinde onların yaşadığı mutluluk, gözlerinde onların hayat enerjisi ve onların umut ışığından kırıntılar bıraktık mı acaba? Yoksa her şeyi aileleri olarak biz düşünüp, yaptığımız için onları hiçbir şeyden mutlu olmayan bireyler haline mi getirdik, ne dersiniz? Saygıyla!