Başlığın ilk kısmı, Ahmet Emin Yalman’ın 21 Ekim 1945 tarihli Vatan’ından uyarlama. Orijinal başlık: Uçak Devrinde Kağnı Zihniyeti. Ahmet Emin Yalman, uçak üretim şirketlerinin temsilciliğini yapacak kadar havacılık tutkunu bir gazetecimiz. Gazetesi Vatan’ın o dönem nüshalarını karıştıranlar bunu görecektir.
KAAN’ın ilk uçuşunu gerçekleştirmesine yönelik bazı tepkileri görünce, Yalman’ın 13 Ekim 1945 tarihli Vatan’ında yayınladığı yazıyı (aynı gazetenin diğer yazı ve haberleriyle birlikte) yeniden okuma gereği duydum.
Bu ilgi, her ne kadar “Nereden... Nereye” diyememenin yarattığı hayal kırıklığı ile noktalansa da, gazetelerin tarihin kayıt tutmasına yardımcı olan öğretici ve hatırlatıcı misyonlarını, tekrar fark etmeme neden oldu.
Başlığın ikinci kısmını oluşturan Başı Bozuk Bir Teşebbüs, Yalman’nın yukarıda bahsettiğim yazısına ait. Bu başlığa, en azından bugünkü versiyonlarından daha nazik ve şık bir şekilde, şu soruları ekliyor Yalman:
“Memleketimizde tayyare motörü yapılmak zamanı gelmiş midir? İmkânlar buna müsaade veriyor mu? Diğer ihtiyaçlar arasında bunun yeri nedir? (...)”
Bu soruların karakteri, yazıyı hem kendi başlığı hem de aynı minvaldeki diğer yazı ve haberlerle birlikte ele aldığınızda şekilleniyor:
Türkiye’nin havacılık alanında gelişmesi gerektiğinin altını çiziyor ünlü yazarımız fakat bu işin yerli üretimden ziyade satın almalarla gerçekleştirilmesini öneriyor. Yalman’ın yazılarını günümüz Türkçesiyle yayınlarsanız, KAAN’a gösterilen tepkiler kolajında seçkin bir yer edinecektir. Hâlâ ülkemizin bu konularda yerli üretime hazır olmadığı düşüncesinin tedavülde olması, bu yazıların 80 yıl önce yazıldığını fark ettirmeyecektir.
Ahmet Emin Yalman, Atatürk’e yakın bir gazeteci olarak bilinir. Fakat Atatürk’ün ‘Büyük Taarruz’u (tek) gazeteci olarak cepheden izlemesine yönelik teklifini, nişanlılığı gerekçesiyle geri çevirmiştir.Bugünün savaş muhabirleri için kötü bir örnek. Bütün dünyanın savaşı sizden izleyecek olması gibi eşsiz bir fırsatı geri çevirdiğinizi, bir gazeteci olarak kime nasıl açıklayabilirsiniz?
Ahmet Emin Yalman’ın nişanlılığı gerekçesiyle değerlendiremediği bu fırsatı, basın yoluyla Millî Mücadele’yi desteklemek amacıyla İstanbul’dan Anadolu’ya geçmiş Kemalist bir aydınımız değerlendirmiştir.
Yerli olmanın dünya görüşüyle, ideolojiyle, seküler ya da muhafazakâr olmayla, geleneksellik veya modernlikle hatta ırk veya gidilen yol anlamında mezheple ilgili olmadığını anlatan güzel bir örnek.
Ülkemizde, tarihin kendisine bıraktığı mirasla, ciddi boyutlara ulaşan bir yerlilik sorunu var. Bunu siyasi bir propaganda veya söylem olarak ele almak ya da mizahileştirmek bize eğlenceli gelebilir, hatta hareket alanı da sağlayabilir. Ama bu taktik, sorunun yayılmışlığını ve nihayetinde KAAN’a yönelik tepkiler son-örneğinde artık günlük siyasetin konusu olmaktan çıkması gereken bir durumda olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu aidiyet kuramama veya kendini bu topraklara ait hissedememe duygusu; sosyolojinin, (sosyal) psikolojinin, eğitimin biliminin acil düzeyde ve yakın ilgisini bekliyor. Hatta geçmişten bugüne, bu koronun solistliğini (medyanın değil) gazetecilerin yaptığını düşündüğünüzde iletişim biliminin de.
Aidiyet sorunuyla mücadele, iktidar kadar muhalefetin desteğine muhtaç. Sağlıklı bir hücre yenilenmesinin, muhalefete ciddi yarar sağlayacağını, sonunda kazananın ülkemiz olacağı gerçeğiyle birlikte ele almalıyız. Muhalefetin kendisiyle ilgili tereddütleri gidermesinin en sonuç alıcı yolu budur kanaatindeyim. Eğer imajını değiştirmeye harcadığı eforu, kendisiyle ilgili gerçeği değiştirmeye sarf ederse yaklaşık 150 yıldır ülkemizin içinde bulunduğu bu kısır döngüden kurtulmuş olacağız.
Dönemler farklı olsa da, aynı yelpazedeki orkestra şeflerinin yönetiminde önce (sahte) bir imaj ve mesaj denizinin yaratılmasını, ardından geniş kitlelerin, bu imaj ve mesajların alıcısı pozisyonunda ve pusulasız bir şekilde yeniden formatlanmasını içeren “yabancılaştırmaya” dönük biriletişim modelinden söz ediyoruz. Rutin çatışma dinamiklerini, şahıs merkezlilik, dezenformasyon, sözel şiddet ve nefret söyleminin,oluşturduğu modelimiz, geldiğimiz noktada, bu kesimlere seslendiği iddiasındaki siyasal, ideolojik ve magazinel elitleri esir almış durumda, onlardan adeta arenada bir gladyatör edasıyla dövüşmeleri bekleniyor. Aykırı düşüncelerin birbirinden ilginç linç kültürü örnekleriyle karşılık bulduğu bu atmosfer, süreci başlatanları artık her konuyu, (iştahları tatmin etmek amacıyla) siyasal bir kılıfla ve daha fazla manipülasyon ve dezenformasyon sosuyla sunmaya zorluyor. Muhalefet bu sarmaldan kazançlı çıkamayacağını artık görmeli.
İktidarın meseleye odaklamasını gerektiren taraf, fay hatlarını harekete geçirecek enerji birikiminin önlenmesi olarak ifade edilebilir. Bu birikim, tecrübeyle sabittir ki, bazen uzun, bazen orta, bugünlerde andığımız üzere bazen de kısa zaman dilimlerinde travmaları sonuçlayan negatif enerji boşalmalarına yol açabiliyor. Batılı odakların içimizdeki papağanlarına dönüşen aydın ve bürokratlarımızın yabancılaşmasının bedelini, geçmişte çok ağır ödedik. Onlar geçmişte cahil (!) insanımızı önlerine katmayı başaramadılar. Zaten o yüzden komitacılık faaliyeti daha akılcı bir yol gibi göründü. Fakat bilgi toplumu (!) çağında böyle bir sorunları yok artık.
Evet, aidiyet sorunuyla, bu sorunu gelecek kuşaklara miras bırakmak istemiyorsak eğer, geri dönülmez bir aşamaya gelmeden ilgilenmek zorundayız. İnsanımızın geleneksel veya yeni medyada yürütülen istihbarat operasyonları marifetiyle kimi ülkelere (onların çıkarlarına hizmet etmek gayesiyle) altın tepside servis edilmesine izin veremeyiz.
Konuyu “farklılıklarımız zenginliğimizdir” perspektifinden ele almaya çalışmak, bu konu özelinde, kendimizi kandırmanın ötesinde bir işe yaramaz. Belki kendi ülkelerine karşı aidiyet kuramayan, kendilerine/toplumlarına yabancılaşmış kesimleri için diğer ülkelerin nasıl bir strateji izlediklerine bakabiliriz. Bizden başka bu çapta bir örneği yok diyorsanız, o zaman ileride yararlanan birileri olur düşüncesiyle bu konuda da başka uluslara örnek olmak görevi bize düşüyor. Tarih KAAN’a yönelik tepkilerin gündelik siyasi polemiklerle tüketilmemesi gereken bir sorun olduğu konusunda bizi uyarıyor.
Sağlıcakla kalın,